21 Mayıs 2014 Çarşamba

Felç Hastaları İçin Umut

Türk doktorları, bir başarıya daha imza attı, felçli durumdaki "bir daha yürüyemez" denilen genç kız 50 günde ayağa kaldırıldı.

21 yaşındaki Damla Aykaç, şimdi hem yürüyor hem konuşuyor hem de tüm ihtiyaçlarını kendisi giderebiliyor.
Hacettepe Üniversitesi Mimarlık Fakültesi 1. Sınıf öğrencisi Damla Aykaç, 18 Ocak tarihinde bir arkadaşıyla motosiklet kazası geçirdi. Kazada kafa travması ve çoklu organ yaralanması geçirerek ağır yaralı Ege Üniversitesi Hastanesi Anestezi Yoğun Bakım Ünitesi'ne kaldırıldı. Solunum cihazına bağlı kalan genç kız, uzun süre çevresine tepki vermeden, yapay beslenme ile beslendi, trakeostomili ve yatağa bağımlı yürüyemez ve konuşamaz halde kaldı. Damla Aykaç solunum cihazına bağlı olarak uzun süre bilinci kapalı tedavi gördü. 15 Mart'ta gastroenteroloji servisine geçerek yapay beslenme tedavisinin devamı yapıldı. Solunumu normale dönen ve durumu stabil hale gelen Damla, taburcu edildi.
YAKINLARI ÇARESİZ KALDI
Damla, düzgün konuşamayıp yürüyemedi. Yakınlarının çare arayışları birçok hastaneden sonra Buca Seyfi Demirsoy Devlet Hastanesi Fizik Tedavi Bölümü'nde cevap buldu. Hastanenin uzman fizyoterapistlerinden Dr.Selin Pınar Ölçenler ve ekibi bir başarıya imza attı. Zamanında başlayan fizik tedavi ve rehabilitasyon ile önce Damla'nın kol ve bacakları hareket ettirildi sonra oturur duruma getirildi. Fizyoterapist Mithat Mahmutoğlu da Damla'ya özel zaman ayırdı. Servis hemşireleri emek ve moral verdi. Diğer branşlardan doktorlar da Damla'nın normal solunuma ve beslenmeye geçmesine yardımcı oldu. Gerçekleşen rehabilitasyon sayesinde genç kız 6 haftada yürüyerek taburcu olabilecek hale geldi.
SEVİNÇ GÖZYAŞLARIYLA TABURCU EDİLDİ
Buca Seyfi Demirsoy Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Servisi'ne 4 Nisan'da gelen Damla, 16 Mayıs'a dek süren özverili bir ekip çalışması sayesinde ikinci hayatına başladı. Hastayı tedavi eden Uz.Dr.Selin Ölçenler, şöyle konuştu: "Ben hekimi olarak ümit kesilen Damla'nın yeniden yaşama döndüğünü görmekten çok mutluyum. Genç kızımızın üniversiteyi bitirip ülkemize ve insanlığa bir mimar olarak eserleriyle katkıda bulunduğunu görmek en büyük dileğimdir."
Hastane yöneticisi Uz.Dr.Gökhan Afacan da, kısa süre önce göreve başladığını belirterek şunları söyledi: "Böyle bir iyileşmenin yaşandığı hastanede yönetici olmaktan, bu işi başarabilen bir ekibe ve ekip ruhuna sahip sağlık çalışanları ile aynı çatı altında çalışmaktan, gayretinin ve inancının karşılığını alan sevgili Damla'yı ve ailesini tanımış olmaktan gurur duyuyorum. Yolun hep açık olsun Damla.”
Damla Aykaç da kendisini sağlığına kavuşturan ekibe teşekkürlerini ileterek, "Çok zor günler geçirdim. Ailem ve doktorlarım bana çok iyi baktı. Hem hayata tutunmak, hem de onların çabalarına karşılık vermek zorundaydım. Bugün sağlıklıyım ve beni hayata döndüren herkese teşekkürü bir borç biliyorum. İyi ki varsınız" diye konuştu.
Damla, hastanede düzenlenen yakınlarının ve tüm ekibin katıldığı mini bir taburcu töreniyle yeni hayatına doğru yola çıktı.
Kaynak: İHA

Doktora Gitmek İçin Hastalanmayı Beklemeyin

Ülke genelinde sağlık harcamaları her yıl artış gösteriyor. Hastalanmadan önce sağlığın kıymetini bilmek ve koruyucu yöntemleri uygulamak, zaman israfının önüne geçiyor ve maliyeti düşürüyor.

Ülkemizde henüz hasta olmadan doktora gitme bilincinin oturmadığını söyleyen Uzm. Dr. İlker Solmaz, düzenli doktor kontrolü ve koruyucu uygulamalarla birçok hastalığın önüne geçilebileceğini belirtiyor. Koruyucu tedavi uygulamaları sonucunda yaşam kalitesinin yükseldiğini, ileride olabilecek hastalıklarla doğacak zaman ve maddi kayıpların önüne geçilebileceğini vurguluyor.
Koruyucu tedavide, dünyada önemli bir yeri olan vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren enjeksiyon uygulaması Proloterapi yöntemi ile bel ve boyun fıtığı başta olmak üzere birçok kas, eklem, omurga ve iskelet sistemi kaynaklı rahatsızlıkların oluşmadan önüne geçildiğini belirtiyor. Özellikle bu yöntemin zayıflamış ve işlevini kaybetmiş eklem, kas, bağ ve kıkırdak dokuları güçlendirdiğini ve iskelet sistemini sağlamlaştırarak birçok hastalığın önünü kestiğini sözlerine ekliyor.
Koruyucu Tedavi, Masa Başı Çalışanları Kurtarıyor
2008 yılında Türkiye'de proloterapi uygulamalarına başlayan ve bu yöntemin yayılması için eğitmenlik ve önderlik yapan Uzm. Dr. İlker Solmaz, Proloterapi'nin masa başında sürekli çalışan ve hareket kısıtlılığı olan kişilerde ileride oluşabilecek ağrı ve fıtık oluşumlarına karşı etkili bir koruyucu tedavi yöntemi olduğunu söylüyor.
“Koruyucu Tedavi, Sağlıklı Geleceğe Yatırımdır “
Dr. İlker Solmaz, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını devreye sokan Proloterapi uygulaması ile; ligament, tendon, kıkırdak, eklem ve bağ dokularının güçlendirilerek ileri yaşlarda ortaya çıkabilecek diz, kalça kireçlenmelerinin, bel ve boyun fıtıklarının önüne geçilebileceğini belirtiyor. Dünya'da ilk kez Profilaktik Proloterapi tanımını kullanan Dr. Solmaz, kas-iskelet sistemiyle ilgili pek çok ağrılı rahatsızlığın daha başlangıç dönemindeyken etkili bir şekilde doku onarımı ve güçlendirme tedavisi sunan Profilaktik Proloterapi yöntemi ile tedavi edilebileceğini söylüyor.
Profilaktif Proloterapi ile Erken Teşhis
Uzm. Dr. İlker Solmaz, özellikle eklemlerinde çıtırdama, kütürdeme şikayetleri olanların, sabah kalkarken bel tutukluğu olanların, boynunu sağa-sola çevirmede güçlük yaşayanların sonraki dönemlerde ameliyata kadar gidebilecek rahatsızlıklarını önüne erken dönemde Profilaktik proloterapi ile geçilebileceğini açıklıyor. Bir enjeksiyon uygulaması olan Profilaktif Proloterapi ile hasar görmüş dokular üzerinde mikropsuz iltihap oluşturularak vücudun iyileştirme gücü harekete geçiliyor. Vücut, mikropsuz iltihabı yok etmek için hasarlı bölge üzerindeki kan akış hızını artıyor ve burada yeni hücreler oluşturarak doku iyileşmesini başlatıyor.

Elektronik Kalp Pilinde Yeni Gelişme

Ürettikleri pirinç tanesinden küçük kalp pilini, yeni geliştirilen sistemle vücut dışından kredi kartı büyüklüğündeki güç kaynağıyla şarj etmeyi başaran Amerikalı bilim adamları tıpta çığır açabilecek buluşa imza attı.

Başarılı olduğunun kanıtlanması durumunda, büyük boyutlu pilleri ve hantal şarj sistemlerini ortadan kaldıracak buluş sayesinde artık hastalıklar ve ağrılar, ilaç yerine elektronik cihazlar kullanılarak tedavi edilebilecek.
Şarj sistemini domuz denek üzerinde deneyen bilim adamları, daha sonra bu şarj sistemiyle bir tavşana yerleştirdikleri kalp pilini şarj etmeyi başardı. Bilim adamları buluşlarını insanlar üzerinde denemeye hazırlanıyor.
Ancak buluşun testleri geçmesi ve başarılı olduğunun kanıtlanması durumunda bile ticari tıbbi cihazlarda kullanılır hale gelmesi için gerekli güvenlik ve fayda kriterlerinin karşılanması 5-6 yılı bulabilecek.
Elektrik Mühendisliği Doçenti Ada Poon başkanlığındaki Stanford Üniversitesi mühendislerinden oluşan ekip tarafından geliştirilen yeni kalp pili, üniversitenin internet sitesinde tanıtıldı.
Buluşun ana unsuru olan kablosuz şarj sistemini, geliştirdiği "orta saha elektromanyetik dalga" adını verdiği sistemle mümkün halen getiren Poon, vücudun iç kısmına daha kolay yerleştirilebilmeleri ve hastalıkların ve ağrıların tedavisinde kullanılabilmeleri için bu tip cihazların mümkün olduğunca küçük yapılmasının önemli olduğunu vurguladı.
Stanford Nörobilim Enstitüsünden Nörobiyoloji Profesörü William Newsome, "beyne yerleştirilebilen bu elektonik cihazların, belirli beyin devrelerindeki faaliyetleri doğrudan düzenleyebilme yeteneğine sahip olamaları nedeniyle bazı bozukluklarda ilaçlardan daha faydalı olabileceğinin" altını çizdi.
Buluşun ana unsurusu kablosuz şarj sistemi
Buluş, güvenli şekilde vücudun iç tarafına ulaşabilen yeni tip kablosuz eletrik iletimi sistemi sayesinde mümkün olabildi. Elektronikte çığır açan nitelikteki yeni sistem aşağı yukarı bir cep telefonunun çalıştırmaya yetecek kadar elektriğe ihtiyaç duyuyor.
Sistemi geliştiren Poon, cep telefonlarını test eden bağımısız bir laboratuvarda yapılan deneme çalışmalarının bu sistemin oluşturduğu elektriğin insan sağlığı için tehlike olarak kabul edilen sınırın epey altında kaldığını belirtti. Poon'un buluşu, radyo dalgaları gibi büyük mesafeleri kateden uzak saha eletromanyetik dalgalarla tıpta işitme cihazları gibi kullanım alanı bulan ancak sadece çok kısa mesafelerde eletrik iletimi yapabilen yakın saha elektromanyetik dalgaların birleştirilmesi sayesinde mümkün oldu.
Dalgaların, hava, su veya biyoloik dokular gibi temas ettikleri materyallere göre farklı şekilde hareket etme özelliğinden faydalanan Poon, uzak mesafelere ulaşabilmesine karşın insan sağlığı için zararlı olabilecek uzak saha dalgaları, sağlık için tehlike oluşturmamalarına karşın yakın mesafelere gidebilen yakın saha dalgalarla birleştirmeyi başardı.
Poon'un orta saha elektromanyetik dalgalar adını verdiği, elektromanyetik dalgaları vücutta kontrol etmeye olanak sağlayan sistem Proceedings of the National Academy of Science adlı bilimsel dergide yayımlandı.
Kaynak: AA

Ambalajlı Süt Tüketin

Son zamanlarda ambalajlı süt mü yoksa açık süt mü konusu tartışılıyor. Kimileri ambalajlı sütün sağlıksız olduğunu söylüyor, kimileri de sokak sütü için "alınmamalı" diyor.

Dünya Süt Günü'nde konuyla ilgili bir açıklama da Gıda Mühendisleri Derneği'nden geliyor...
İşte o açıklama:
Süt insanoğlunun beslenmesinde vazgeçilmez bir kaynak. Anne sütüyle beslenen bebekler dışında her yaş grubunun tüketmesi gereken yüksek besin değerine sahip bir gıda. Süt hem tek başına hem de peynir, yoğurt, ayran gibi süt ürünleri şeklinde de tüketilebilmektedir. Gelişmiş ülkelere oranla ülkemizde üretimi ve tüketimi yeterli miktara ulaşmış değil. Yıllık kişi başı içme sütü tüketimi AB ülkelerinde 89 kg, Avustralya'da 107 kg, ABD'de 83 kg düzeyinde iken, Türkiye'de 33 kg seviyelerinde olduğu görülmektedir. Süt üretiminde ise son yıllarda hayvan sayısına bağlı olarak artış yaşanmaktadır. TÜİK verilerine göre içme sütü üretiminde Şubat 2014'te, bir önceki yılın aynı ayına göre %9,9 artış yaşanmıştır.
Süt vücudun gelişmesi, güçlenmesi ve sağlığın korunması için gereken besin öğelerini bünyesinde bulundurmaktadır. İçermiş olduğu Kalsiyum sağlıklı kemikler ve dişler için, Magnezyum kas fonksiyonları için, süt proteinleri büyüme ve vücut onarımı için, B12 ve B6 Vitaminleri sağlıklı vücut hücreleri için, Fosfor bağışıklık fonksiyonu için önemli faydalar sağlamaktadır.
GÜNDE 2 BARDAK SÜT
Günlük 2 bardak süt vücudun ihtiyacı olan besin gereksinimlerinin önemli bir kısmını karşılamaktadır. Bu sebeple özellikle çocuklara günde 2 bardak süt içmelerini tavsiye ediyoruz.
Yapılan bilimsel çalışmalar süt tüketiminin insan sağlığıyla direkt olumlu ilişkisini göstermektedir.
Süt ürünleri, kemiklerin büyümesi ve gelişmesi için gerekli olan kalsiyumu sağlar. Kemik büyümesi, çocukluk ve gençlik yıllarında en yüksek düzeyde olduğundan, gençlerin süt ve ürünlerini tüketmesi çok önem arz etmektedir. Bu yaş grubunda kemik kütlesinin optimizasyonu, ilerleyen yaşlarda osteoporoz riskini ve kırılgan kemik bozukluğunu azaltmaya yardımcı olabilir.
Süt ürünleri diş büyümesine ve dişlerin sağlıklı tutulmasına yardımcı kalsiyum ve diğer diş dostu mineralleri içerir.
Yapılan araştırmalar, süt ve süt ürünlerinin kilo aldırmadığını, hatta sanılanın aksine bu ürünlerde bulunan probiyotikler sayesinde zayıflamaya yardımcı olduğunu göstermiştir. Tam yağlı süt %4 yağ, yarım yağlı süt %1.7 yağ içerir, bu da sütün yüksek yağlı ürün olmadığını gösterir.
İçermiş olduğu süt proteinleri nedeniyle, uzun süre tok tuttuğundan diyet için önem arz eder.
Az yağlı süt ürünleri kan basıncını azaltmaya yardımcı olur.
Erken yaşta süt ürünleriyle beslenmeye başlayanların dengeli beslenme alışkanlıkları kazanması muhtemeldir.
SOKAK SÜTÜNE DİKKAT
Ancak son dönemde süt üzerinde birtakım oyunlar oynanmaktadır. Halk sağlığı ve gıda güvenliği açısından son derece riskli olan çiğ sokak sütü tavsiye edilmekte, ambalajlı sütler kötülenmektedir.
- Sokak sütü, hastalıklı hayvandan, süt sağım esnasında hayvan memesinden, kullanılan ekipmanlardan, uygun olmayan muhafaza koşullarından kaynaklanabilecek ve çevreden kontamine olabilecek, patojen mikroorganizmaları içerebilmektedir. Bu mikroorganizmaların bazıları, ölüme de yol açabilen intoksikasyonlara neden olabilmektedir.
- Sokak sütünde uygun alet ekipman kullanmak yerine, sağlık açısından büyük risk oluşturan hidrojen peroksit gibi bazı kimyasallar kullanılarak mikrobiyal bozulmanın önüne geçilmeye çalışılmaktadır.
- Sokak sütlerinde sütün yağının alınması, su ilave edilmesi gibi hilelere başvurulmaktadır.
- Evde yapılan kaynatma işlemleri ile, ya fazla kaynatıldığından çok fazla besin kaybına neden olmakta ya da yeterince kaynatılamadığından tam steril hale gelmemektedir.
-Sokak sütleri uygun koşullarda (soğuk zincir/4 C°) muhafaza edilmemekte ve satışı yapılmamaktadır.
- Sokak sütleri laboratuvar testlerine tabi tutulmadığından hayvandan kaynaklanıp insanlara geçebilen hastalıklar tespit edilememektedir.
-Sütte bulunabilecek Brusella, Şap ve Tüberküloz gibi hastalıklar sokak sütü için önemli birer risk teşkil etmektedir.
-Bunların yanında denetimsiz/kayıt dışı işletmelerde süt ürünleri üretilmekte, bir çok taklit ve tağşiş yöntemine başvurulmaktadır.
Tüm bunlardan arındırılmış, sağlıklı hayvanlardan uygun koşullarda sağılmış, muhafaza edilmiş, pastörizasyon ve UHT işlemleriyle güvenli hale getirilmiş, ambalajlanmış süt ve bu sütlerden üretilmiş süt ürünlerinin tüketilmesi gerekmektedir. Özellikle çocukların ve her yaş grubu için süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi için teşvik edici projeler hayata geçirilmeli, mevcut faydalı projeler devam ettirilmelidir.

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Ağrı Kesiciler Ağrıyı Kronikleştiriyor Mu?

Ağrı kesici ağrı nedeni
Toplumda kadınların yüzde 95'i, erkeklerin de yüzde 90'ının yılda en az bir kez baş ağrısı sorunu ile karşı karşıya kaldığı, baş ağrısının şiddetinin artmasına, hatta kronikleşmesine neden olan önemli bir faktörün kontrolsüz olarak kullanılan ağrı kesiciler olduğu öğrenildi.

Uzman Doktor Recep Toprak, yaptığı açıklamada, baş ağrısının genellikle stres, yoğun çalışma temposu ve uykusuzluk gibi nedenlerden kaynaklandığını ancak beyin tümörü, beyin kanaması ve anevrizma gibi yaşamı tehdit eden hastalıkların ilk ve tek belirtisinin baş ağrısı olabileceğini belirtti.
Toprak, baş ağrısının şiddetinin artmasına hatta kronikleşmesine neden olan önemli bir faktörün kontrolsüz olarak kullanılan ağrı kesiciler olduğunu vurgulayarak, duygusal stres, iş yaşamında uzun süreli gerginlik ve strese maruz kalmak, düzensiz beslenmek, uykusuzluk gibi yaşam kalitesini olumsuz etkileyen alışkanlıkların da baş ağrısına neden olduğunu kaydetti.
"1 dakika içinde şiddetlenen baş ağrısına dikkat"
Toprak, günlük hayatı olumsuz etkileyen baş ağrısının genellikle ağrıya yol açan davranışların sona ermesi ile ortadan kalktığına dikkati çekerek, baş ağrısının hafife alınmaması gereken bir hastalık belirtisi de olabileceğine işaret etti.
Beyin tümörleri, beyin kanamaları ve anevrizmalar gibi kişinin yaşamını tehdit eden önemli hastalıkların bazen yalnızca baş ağrısı ile kendini gösterdiğini dile getiren Toprak, şöyle dedi:
"Kişi hayatında ilk kez ve yaklaşık 1 dakika içinde en yüksek şiddete ulaşan baş ağrısı yaşıyorsa beyin damar duvarlarındaki anomaliden kaynaklanan balonlaşma şeklinde tarif edilebilecek anevrizmaların yırtılması nedeniyle oluşan 'Subaraknoid Kanama' bazı hastalarca, 'başımın içinde bir şey patladı' şeklinde de ifade edilir. Şikayeti olmayan hastada ani ve şiddetli baş ağrısı ile birlikte bilinç değişiklikleri, uyku hali, bulantı, kusma, ışık hassasiyeti, epilepsi (sara) nöbetleri gözlenebilir. Bu durumdaki hastalar 24 saat içinde yaşamsal tehlike riskine karşı hemen hastaneye başvurmalıdır."
"Ağrı kesiciler bilinçli kullanılmalı"
Toprak, "Ağrı kesicilerin aşırı kullanımı ilaçların neden olduğu baş ağrısını ortaya çıkarır. Kişi genellikle bir tavsiye ile ya da iradesiyle güçlü ağrı kesiciler kullanarak ağrı eşiğini düşürür. İlaçların dozu ayarlanamadığı için baş ağrısı şiddetlenerek daha da kronik hale gelir" diye konuştu.
Ağrı kesiciler bazı ağrılarda geçici düzelme ya da ağrı şiddetinde azalma sağlayarak kişinin doktora başvurmasını, dolayısıyla tanı ve tedavinin gecikmesine neden olduğunu aktaran Toprak, "Ağrı kesiciler bilinçli kullanılmalı. Ağrı kesici kullanımı doktor kontrolünde ve takibinde uygulanması gereken bir tedavidir. Bazı durumlarda özellikle de ciddi hastalıkların neden olduğu baş ağrıları ağrı kesicilere yanıt vermemektedir" dedi.
"İleri yaşlarda oluşan baş ağrılarının nedeni araştırılmalı"
"Egzersiz, hapşırma veya ıkınma gibi kafa içi basıncının artmasına yol açan davranışlar sonrası baş ağrısı oluşumu, kafa içinde yer kaplayan bir oluşumu düşündürebilir. Beyin tümörleri ve anevrizmalar bu tip baş ağrısına neden olabilir. Aşırı kilolu kadınlarda daha sık gözlenen beyin omurilik sıvısı basıncının artmasına yol açan 'psodotümör serebri' (artan kafa içi basıncı) gibi hastalıklar da baş ağrısı ile kendini gösterebilir. Bu nedenle ileri yaşlarda oluşan baş ağrılarınınnedeni araştırılmalıdır" diyen Toprak, özellikle trafik kazalarında oluşan şiddetli kafa travmalarından sonra kafa kemiklerinde kırıklar, beyin dokusunda ya da beyin zarları arasında kanamalar oluşabileceğini dile getirdi.
Toprak, daha az sıklıkta beyin zarları arasında sızıntı şeklindeki kanamaların başlangıçta bulgu vermeyip travmadan günler, hatta aylar sonra baş ağrısı ve denge bozukluğu gibi şikayetlerle ortaya çıkabildiğini aktararak, şunları kaydetti:
"Menenjit beyni çevreleyen zarların iltihaplanması ile oluşur. Bu hastaların hemen tamamında giderek şiddeti artan baş ağrısı görülür. Baş ağrısı ile birlikte yüksek ateş, halsizlik, uyku hali olması durumunda mutlaka beynin enfeksiyondan etkilendiği akla getirilmelidir. Merkezi sinir sistemi enfeksiyonları da ölümcül olabilen ya da sakatlığa yol açabilen hastalıklardır. Temporal arterit, 50 yaş üstü bireyleri etkileyen tehlikeli bir hastalıktır. Orta veya şiddetli, gittikçe artan baş ağrısına; halsizlik, eklem ağrıları, görmede azalma, çiğnerken yorulma gibi semptomlar eşlik edebilir. Erken tedavi edilmemesi kalıcı görme kaybına ve beyin hasarına yol açabilir."

Kadınlarda Akciğer Kanseri Riski

Kadınlarda akciğer kanseri riski daha yüksek
Erkeklerde görülen kanser çeşitlerinde ilk sırada yer alan akciğer kanserinde, sanılanın aksine kadınlar, erkeklere göre daha çok risk taşıyor.

Türk Akciğer Kanseri Derneği Başkanı (TAKD) Doç. Dr. Ufuk Yılmaz, akciğer kanserinin, erkeklerde daha çok görüldüğünü ve erkeklerde görülen kanserler arasında birinci sırada yer aldığını söyledi.
Kadınlarda, erkeklere oranla daha az sigara içmelerinden dolayı akciğer kanserinin 5'inci sırada yer aldığını anlatan Yılmaz, ''Ancak toplumumuzda kadınların sigaraya olan ilgisinin artıyor olması bizi endişelendiriyor. Önümüzdeki yıllarda kadınlar arasında akciğer kanserinin artmış olmasını istemeyiz, o nedenle sigaraya hiç başlamamalarını ya da hemen bırakmalarını öneriyoruz'' dedi.
Hiç sigara içmeyen kadınların, hiç sigara içmeyen erkeklere göre daha çok akciğer kanseri riskine sahip olduğuna dikkati çeken Yılmaz, şunları kaydetti:
''Akciğer kanserinin erkeklerin kanseri olarak bilirdik, bir yere kadar doğru. Erkekler daha çok sigara içtiği için erkeklerde görülen kanserlerin içinde birinci sırada görülüyor. Erkekler ve kadınlar arasında eğer sigara içmiyorsa akciğer kanseri olma riski benzer midir? Şunu biliyoruz kadınlarda akciğer kanseri olma riski erkeklerde göre biraz daha fazla, örneğin sigaraya içmeyen bir erkekte eğer çevresel tütün ve dumana maruziyet var ise kanser riskinde de yüzde 22'lik bir artış oluyor eğer bu bir kadın ise yüzde 37'lik bir artış oluyor. Yani sigara içmeseler bile akciğer kanseri olma riski kadınlarda, erkeklerden daha fazladır. Bazı çalışmalar bu bulguları destekliyor. Bu da kadınların hormon dengelerinin farklı olmasından, kadın vücudunun östrojen yönünden zengin olmasından kaynaklanıyor''
Türkiye'de her yıl 30 bin yeni akciğer kanserli vakanın oluştuğunu bildiren Yılmaz, bunun 25 bininin erkeklerden 5 bininin de kadınlardan oluştuğunu ifade etti.
Genetik yatkınlık riski yüzde 30 artırıyor
Akciğer kanserinde genetik faktörlerin etkisine de değinen Yılmaz, genetik yatkınlık nedeniyle kanser riskinde yüzde 30'a yakın bir artış olacağından söz edilebileceğini bildirdi.
Yılmaz, ''Özellikle bir aile içinde birden fazla kişide akciğer kanseri varlığını görüyorsak, burada genetik bir yatkınlığın olabileceğini düşünmekte fayda var. Eğer böyle bir durum varsa o ailenin kanserojen maddelerden uzak durma konusunda çok daha titiz oması gerekiyor. En başta tabi ki sigarayı hiç içmemesi ya da bırakması gerekiyor. Bunu önemsemelerini istiyoruz'' şeklinde konuştu.
Türkiye'deki sigara ile mücadele kapsamında yapılan çalışmalar sonucunda 2012 yılında 2008 yılına göre sigara kullananlarda yüzde 4 oranında bir azalma görüldüğüne işaret eden Yılmaz, bunun kanser üzerinde olumlu etkilerinin 10-15 yıl sonra görülebileceğini söyledi.
Son istatistiklere göre, 2007,2008 ve 2009 yıllarını kapsayan 3 yıllık dönemde erkeklerde akciğer kanseri görülme sıklığında sabitlenme görüldüğünü anlatan Yılmaz, ''Toplumda oluşan sigara karşıtı algının ve bunun getirdiği sigarayı bırakmış nüfusunun artışı sonucunda akciğer kanserinde 'plato' dediğimiz bir sabit hıza ulaşmış oluruz. Önümüzdeki bir yıl içinde de bir yükselme görmezsek ülkemizde belki bir akciğer kanseri hızında sabit döneme girdiğimizi düşüneceğiz'' dedi.
Sigara kullanımının yanı sıra pasif içicilerin de riskli grupta olduğuna dikkati çeken Yılmaz, pasif içicilerde yüzde 30-40 oranında kanser riskinde bir artış görüldüğünü kaydetti.
''Elektronik sigaradan da uzak durulmalı''
Elektronik sigaranın başlangıçta çok popüler olduğunu ancak tehlikeli olduğunun Sağlık Bakanlığı tarafından fark edilmesinin ardından doğru bir kararla Türkiye'de yasaklandığını anımsatan Yılmaz, elektronik sigaradaki buharın, solunum yollarının iç epitel hücrelerinde kanserde görülen genetik değişikliklere benzer mutasyonlara, genetik değişikliklere neden olduğunun görüldüğünü bunun da önemli bir bilimsel kanıt oluşturduğunu bildirdi. Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı:
''Elektronik sigarayla ilgili eskiden 'sadece nikotin içerir kanserojen madde içermiyor, bu nedenle kanser yapıcı etkisi yoktur' denilirken, bilim, elektronik sigara kansere benzer değişiklikler yapıyor bulgusunu elde etti. Bu da herkesin elektronik sigarayı yasaklama konusunda tedbir almaya itti. ABD hemen tepkisini gösterdi ve gençlere elektronik sigarayı yasakladı. Türkiye'de de yasaklandı ama farklı yollardan elektronik sigaraya ulaşanların dikkat etmesi ve bundan kurtulmaları gerekiyor''

Kaynak: AA

Bu Besinleri Bilinçsiz Tüketmeyin

Bazı besinlere dikkat
Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, bazı besinlerin fark etmeden tüketilmesi ciddi zehirlenmeler, anlık şuur yitirme, bayılma, tansiyon dengesizlikleri, kusma gibi durumlara yol açabildiğini belirtti.

Tutar, bazı besinlerin sağlığı olumsuz yönde etkileyebildiğini belirterek şu bilgileri verdi:
'Taze yeşil yapraklı sebzeler: Yeşil yapraklı sebzeler her bireyin beslenme programında sürekli olarak bulunması gereken bir gruptur. Gün içinde tüketilmesi ile barsak sisteminin düzenli çalışmasının yanı sıra bağışıklık sisteminin de güçlenmesini sağlar. Fakat bazı istisnai durumlarda (gübre, zararlı bakteri ve pis su) E.coli ve Salmonella gibi vücuda zarar veren bakteriler olabilir. Bu tür hastalıklara yakalanmamak için sebze ve kabukları ile birlikte yenen meyveleri çok iyi yıkadıktan sonra tüketmelisiniz. Özellikle ıspanak, pazı, semizotu gibi sebzeleri bir süre su da bekletip daha sonra tek tek bol tazyikli su altına yıkamalısınız.
-Yumurta: en kaliteli protein kaynağıdır. Başta çocuklar olmak üzere her bireyin sıklıkla tüketmesi gereken besinlerin başında gelmelidir. Ama yumurtanın da saklanma ve tüketilme şekli çok önemlidir. Uzun süre tüketilmemiş veya buzdolabında saklanmamış yumurta çeşitli sağlık problemlerine neden olurken pişirilmeden çiğ olarak tüketilen yumurtada salmonella riski oldukça yüksektir. Salmonella ölümlere bile neden olabilir.
-Konserve Balık: Konserve balıklar yüksek ısıda pişirilse dahi içerisinde vücuda zarar veren toksinler bulunabilir. Özellikle uskumru ve tuna balıklarında bu durum daha fazla görülebilir. Bu problemleri yaşamamanız için almış olduğunuz konservelerin son kullanma tarihlerini dikkatlice incelemeniz gerekmektedir. Ayrıca bu balık türlerini evde yaptığınızda yüksek ısıda pişirmeniz gerektiğini unutmayın.
-Deniz ürünleri: Bazı deniz ürünlerini tüketmek çok keyifli ve lezzetli olsa da vücudunuzda ciddi anlamda toksik birikimine neden olabilir. Özellikle az pişmiş istridye tükettiğinizde zehirlenme ve kusmaya neden olacağını unutmayın. Ayrıca midye tükettiğiniz zamanlar da vücudunuza bol miktarda civa alındığı da unutulmamalıdır.
-Kıyma: Etin kesilme, saklama ve pişirilme adımlarının her noktasında dikkatli olunmalıdır. Özellikle kıyma gibi daha küçük parçalı hale getirilmiş etlerde üzerinde bakteri birikim riski çok daha yüksektir. Bu durum zehirlenme, yüksek ateş ve kusmalara neden olabilir. Eti almış olduğunuz yere dikkat edip aldıktan sonra uygun koşullarda (-18 derece) saklamalısınız. Ayrıca eti çözerken açık alanda değil buzdolabınızın 4 derecelik kısmında çözdürmelisiniz.
-Tavuk: Ülkemizde en fazla zehirlenilen besinlerin başında gelmektedir. Çünkü çok kolay bir şekilde kontamine olarak zehirlenmenize neden olabilir. Tavuk eti iyi pişirilmediği ve saklama koşulları uygun olmadığı durumlarda içeriğinde bol miktarda parazit bulundurabilir.
-Yeşil soğan: Çiğ yeşil soğanda hepatit A virüsü riski bulunmaktadır. Bu nedenle yemeklerin içerisinde pişmiş olarak tüketmek daha doğru bir tercih olacaktır.
-Süt ürünleri: Süt ürünleri her zaman için potansiyel riskli besinlerdir. Uygun saklama koşulları olmaması, pastörize olmaması veya çiğ olması durumunda zehirlenme ve hastalanma riskiniz yükselecektir. Dondurma, peynir gibi besinlere özellikle dikkat etmelisiniz.
-Lahana: Bakteri miktarı yüksek olma riski olan sebzelerden birisi olan lahana vücudunuzun direncini kırarak bağışıklık sisteminize zarar verebilir.
Bu tür problemleri yaşamamak ve yaşam kalitenizi düşürmemek için mümkün olduğunca evde kendi hazırladığınız besinleri tüketmelisiniz. Eğer böyle bir şansınız yoksa güvendiğiniz ve sürekli gittiğiniz restoranları tercih etmelisiniz.
Kaynak: İHA