17 Mayıs 2014 Cumartesi

Kadınlarda Akciğer Kanseri Riski

Kadınlarda akciğer kanseri riski daha yüksek
Erkeklerde görülen kanser çeşitlerinde ilk sırada yer alan akciğer kanserinde, sanılanın aksine kadınlar, erkeklere göre daha çok risk taşıyor.

Türk Akciğer Kanseri Derneği Başkanı (TAKD) Doç. Dr. Ufuk Yılmaz, akciğer kanserinin, erkeklerde daha çok görüldüğünü ve erkeklerde görülen kanserler arasında birinci sırada yer aldığını söyledi.
Kadınlarda, erkeklere oranla daha az sigara içmelerinden dolayı akciğer kanserinin 5'inci sırada yer aldığını anlatan Yılmaz, ''Ancak toplumumuzda kadınların sigaraya olan ilgisinin artıyor olması bizi endişelendiriyor. Önümüzdeki yıllarda kadınlar arasında akciğer kanserinin artmış olmasını istemeyiz, o nedenle sigaraya hiç başlamamalarını ya da hemen bırakmalarını öneriyoruz'' dedi.
Hiç sigara içmeyen kadınların, hiç sigara içmeyen erkeklere göre daha çok akciğer kanseri riskine sahip olduğuna dikkati çeken Yılmaz, şunları kaydetti:
''Akciğer kanserinin erkeklerin kanseri olarak bilirdik, bir yere kadar doğru. Erkekler daha çok sigara içtiği için erkeklerde görülen kanserlerin içinde birinci sırada görülüyor. Erkekler ve kadınlar arasında eğer sigara içmiyorsa akciğer kanseri olma riski benzer midir? Şunu biliyoruz kadınlarda akciğer kanseri olma riski erkeklerde göre biraz daha fazla, örneğin sigaraya içmeyen bir erkekte eğer çevresel tütün ve dumana maruziyet var ise kanser riskinde de yüzde 22'lik bir artış oluyor eğer bu bir kadın ise yüzde 37'lik bir artış oluyor. Yani sigara içmeseler bile akciğer kanseri olma riski kadınlarda, erkeklerden daha fazladır. Bazı çalışmalar bu bulguları destekliyor. Bu da kadınların hormon dengelerinin farklı olmasından, kadın vücudunun östrojen yönünden zengin olmasından kaynaklanıyor''
Türkiye'de her yıl 30 bin yeni akciğer kanserli vakanın oluştuğunu bildiren Yılmaz, bunun 25 bininin erkeklerden 5 bininin de kadınlardan oluştuğunu ifade etti.
Genetik yatkınlık riski yüzde 30 artırıyor
Akciğer kanserinde genetik faktörlerin etkisine de değinen Yılmaz, genetik yatkınlık nedeniyle kanser riskinde yüzde 30'a yakın bir artış olacağından söz edilebileceğini bildirdi.
Yılmaz, ''Özellikle bir aile içinde birden fazla kişide akciğer kanseri varlığını görüyorsak, burada genetik bir yatkınlığın olabileceğini düşünmekte fayda var. Eğer böyle bir durum varsa o ailenin kanserojen maddelerden uzak durma konusunda çok daha titiz oması gerekiyor. En başta tabi ki sigarayı hiç içmemesi ya da bırakması gerekiyor. Bunu önemsemelerini istiyoruz'' şeklinde konuştu.
Türkiye'deki sigara ile mücadele kapsamında yapılan çalışmalar sonucunda 2012 yılında 2008 yılına göre sigara kullananlarda yüzde 4 oranında bir azalma görüldüğüne işaret eden Yılmaz, bunun kanser üzerinde olumlu etkilerinin 10-15 yıl sonra görülebileceğini söyledi.
Son istatistiklere göre, 2007,2008 ve 2009 yıllarını kapsayan 3 yıllık dönemde erkeklerde akciğer kanseri görülme sıklığında sabitlenme görüldüğünü anlatan Yılmaz, ''Toplumda oluşan sigara karşıtı algının ve bunun getirdiği sigarayı bırakmış nüfusunun artışı sonucunda akciğer kanserinde 'plato' dediğimiz bir sabit hıza ulaşmış oluruz. Önümüzdeki bir yıl içinde de bir yükselme görmezsek ülkemizde belki bir akciğer kanseri hızında sabit döneme girdiğimizi düşüneceğiz'' dedi.
Sigara kullanımının yanı sıra pasif içicilerin de riskli grupta olduğuna dikkati çeken Yılmaz, pasif içicilerde yüzde 30-40 oranında kanser riskinde bir artış görüldüğünü kaydetti.
''Elektronik sigaradan da uzak durulmalı''
Elektronik sigaranın başlangıçta çok popüler olduğunu ancak tehlikeli olduğunun Sağlık Bakanlığı tarafından fark edilmesinin ardından doğru bir kararla Türkiye'de yasaklandığını anımsatan Yılmaz, elektronik sigaradaki buharın, solunum yollarının iç epitel hücrelerinde kanserde görülen genetik değişikliklere benzer mutasyonlara, genetik değişikliklere neden olduğunun görüldüğünü bunun da önemli bir bilimsel kanıt oluşturduğunu bildirdi. Yılmaz, sözlerini şöyle tamamladı:
''Elektronik sigarayla ilgili eskiden 'sadece nikotin içerir kanserojen madde içermiyor, bu nedenle kanser yapıcı etkisi yoktur' denilirken, bilim, elektronik sigara kansere benzer değişiklikler yapıyor bulgusunu elde etti. Bu da herkesin elektronik sigarayı yasaklama konusunda tedbir almaya itti. ABD hemen tepkisini gösterdi ve gençlere elektronik sigarayı yasakladı. Türkiye'de de yasaklandı ama farklı yollardan elektronik sigaraya ulaşanların dikkat etmesi ve bundan kurtulmaları gerekiyor''

Kaynak: AA

Bu Besinleri Bilinçsiz Tüketmeyin

Bazı besinlere dikkat
Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, bazı besinlerin fark etmeden tüketilmesi ciddi zehirlenmeler, anlık şuur yitirme, bayılma, tansiyon dengesizlikleri, kusma gibi durumlara yol açabildiğini belirtti.

Tutar, bazı besinlerin sağlığı olumsuz yönde etkileyebildiğini belirterek şu bilgileri verdi:
'Taze yeşil yapraklı sebzeler: Yeşil yapraklı sebzeler her bireyin beslenme programında sürekli olarak bulunması gereken bir gruptur. Gün içinde tüketilmesi ile barsak sisteminin düzenli çalışmasının yanı sıra bağışıklık sisteminin de güçlenmesini sağlar. Fakat bazı istisnai durumlarda (gübre, zararlı bakteri ve pis su) E.coli ve Salmonella gibi vücuda zarar veren bakteriler olabilir. Bu tür hastalıklara yakalanmamak için sebze ve kabukları ile birlikte yenen meyveleri çok iyi yıkadıktan sonra tüketmelisiniz. Özellikle ıspanak, pazı, semizotu gibi sebzeleri bir süre su da bekletip daha sonra tek tek bol tazyikli su altına yıkamalısınız.
-Yumurta: en kaliteli protein kaynağıdır. Başta çocuklar olmak üzere her bireyin sıklıkla tüketmesi gereken besinlerin başında gelmelidir. Ama yumurtanın da saklanma ve tüketilme şekli çok önemlidir. Uzun süre tüketilmemiş veya buzdolabında saklanmamış yumurta çeşitli sağlık problemlerine neden olurken pişirilmeden çiğ olarak tüketilen yumurtada salmonella riski oldukça yüksektir. Salmonella ölümlere bile neden olabilir.
-Konserve Balık: Konserve balıklar yüksek ısıda pişirilse dahi içerisinde vücuda zarar veren toksinler bulunabilir. Özellikle uskumru ve tuna balıklarında bu durum daha fazla görülebilir. Bu problemleri yaşamamanız için almış olduğunuz konservelerin son kullanma tarihlerini dikkatlice incelemeniz gerekmektedir. Ayrıca bu balık türlerini evde yaptığınızda yüksek ısıda pişirmeniz gerektiğini unutmayın.
-Deniz ürünleri: Bazı deniz ürünlerini tüketmek çok keyifli ve lezzetli olsa da vücudunuzda ciddi anlamda toksik birikimine neden olabilir. Özellikle az pişmiş istridye tükettiğinizde zehirlenme ve kusmaya neden olacağını unutmayın. Ayrıca midye tükettiğiniz zamanlar da vücudunuza bol miktarda civa alındığı da unutulmamalıdır.
-Kıyma: Etin kesilme, saklama ve pişirilme adımlarının her noktasında dikkatli olunmalıdır. Özellikle kıyma gibi daha küçük parçalı hale getirilmiş etlerde üzerinde bakteri birikim riski çok daha yüksektir. Bu durum zehirlenme, yüksek ateş ve kusmalara neden olabilir. Eti almış olduğunuz yere dikkat edip aldıktan sonra uygun koşullarda (-18 derece) saklamalısınız. Ayrıca eti çözerken açık alanda değil buzdolabınızın 4 derecelik kısmında çözdürmelisiniz.
-Tavuk: Ülkemizde en fazla zehirlenilen besinlerin başında gelmektedir. Çünkü çok kolay bir şekilde kontamine olarak zehirlenmenize neden olabilir. Tavuk eti iyi pişirilmediği ve saklama koşulları uygun olmadığı durumlarda içeriğinde bol miktarda parazit bulundurabilir.
-Yeşil soğan: Çiğ yeşil soğanda hepatit A virüsü riski bulunmaktadır. Bu nedenle yemeklerin içerisinde pişmiş olarak tüketmek daha doğru bir tercih olacaktır.
-Süt ürünleri: Süt ürünleri her zaman için potansiyel riskli besinlerdir. Uygun saklama koşulları olmaması, pastörize olmaması veya çiğ olması durumunda zehirlenme ve hastalanma riskiniz yükselecektir. Dondurma, peynir gibi besinlere özellikle dikkat etmelisiniz.
-Lahana: Bakteri miktarı yüksek olma riski olan sebzelerden birisi olan lahana vücudunuzun direncini kırarak bağışıklık sisteminize zarar verebilir.
Bu tür problemleri yaşamamak ve yaşam kalitenizi düşürmemek için mümkün olduğunca evde kendi hazırladığınız besinleri tüketmelisiniz. Eğer böyle bir şansınız yoksa güvendiğiniz ve sürekli gittiğiniz restoranları tercih etmelisiniz.
Kaynak: İHA

Burun Tıkanıklığı ve Tansiyon

Tıkalı burun tansiyonu da etkiliyor
Kronik Burun Tıkanıklığı ciddi sağlık sorunlarına yol açarak yaşam kalitesini düşürüyor. Baş ağrımızın, yüksek tansiyonumuzun ya da sabahları yorgun uyanmamızın nedeni de burun tıkanıklığı olabilir.

Bu durumun ne kadar farkındayız? Burun tıkanıklığını ne derece önemsemeliyiz ? Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahi Uzmanı Op.Dr.Bahadır Baykal konu ile ilgili bilgiler verdi.
Gün içinde burundan geçen hava miktarı yaklaşık 10.000 litredir. Çocuk veya erişkin hemen herkes zaman zaman burun tıkanıklığı sorunu yaşayabilir. Çoğu zaman burun tıkanıklığı ciddiye alınmaz ve geçici çözümlerle halledilmeye çalışılır. Halbuki kronik burun tıkanıklığı uykusuzluk ve yorgunluk gibi yaşam kalitesini düşüren sorunlara neden olurken, uzun vadede ise kalp büyümesi gibi çok daha ciddi problemlere yol açabilir.
Soğuk algınlığı veya sinüzit gibi hastalıklar geçici süreli burun tıkanıklığı oluşturabilir ama bu durum sorun oluşturmaz. Burun iç kısım eğriliği yani deviasyon yada burun etlerinin büyümesi gibi nedenlerle oluşan kronik burun tıkanıklığı ise uzun dönemde oksijen yetersizliğine neden olarak vücudu olumsuz etkiler. Akciğerlerimize yeteri kadar temiz hava gitmeyince oksijen-karbondioksid değişimi etkilenir, kanımız dokulara eksik oksijen götürür ve zamanla dokularda hasar gelişir. Kaliteli uyku uyuyamayan kişi de yorgunluk ve konsantrasyon güçlüğü gelişir, yüksek tansiyonu takiben kalp de ritm bozukluğu başlar ve bir müddet sonra kalp büyür.
Kronik burun tıkanıklığı olan hastalardaki en önemli belirtilerden birisi de horlamadır ve kişi sabah uyandığında ağzında kuruluk hissi oluşur.Burun iç kısım eğriliği ( deviasyon ) genellikle travma sonrası gelişen burun orta bölmesinin eğriliği durumudur. Gebelikte anne karnında bile, bebeğin dönme hareketleri esnasında burun travmaya maruz kalabilir, doğum sırasında ve çocukluk dönemindeki darbelerde deviasyon gelişiminde rol oynar.
Her deviasyon burun tıkanıklığına yol açmaz. Toplumda burun eti olarak bilinen konka adını verdiğimiz burun için yapıların şişmesi de oldukça sık rastlanan kronik burun tıkanıklığı sebeplerindendir. Kadınlarda adet dönemlerinde ve gebelikte yaşanan hormonal değişimlerde burun etlerinin şişmesine yol açar.
Kronik burun tıkanıklığının sebepleri arasında sürekli alerjiler de önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle alerjik zemine sahip hastalarda gelişen polip gibi yapılar burnu tamamen tıkayabilir. Burun tıkanıklığı burnu tahriş eden her türlü maddeye karşı gelişen reaksiyon sonucu da oluşabilir. En sık görüleni tütün dumanıdır. Bazı hastalar başarılı bir burun ameliyatı geçirseler dahi sigara içmeye devam ettikleri sürece tam olarak rahatlayamazlar. Olağandışı sebeplerden birisi de gastroözofajeal reflü hastalığı (GERD) dır ki; tedavi de mutlaka mide asidinin genize kadar kaçması önlenmelidir.
Eğer burun tıkanıklığının nedeni deviasyon ise tek çözüm ameliyattır. Kemik ve kıkırdak eğriliği düzeltildiği takdirde nefes sorunu düzelir. Artık oldukça konforlu ve rahat şekilde burun ameliyatlarını gerçekleştirebiliyoruz. Sanırım burun ameliyatlarını korkulan bir operasyon olmaktan çıkardık. Sık tekrarlayan sinüzit ataklarında ise öncelikle ilaç tedavisi ile iltihabı kurutup, sonrasında deviasyon, konka bülloza gibi anatomik problemleri ameliyatla hallediyoruz.

Kaynak: İHA

Egzamanın Sebebi Yedikleriniz Olabliir

Besin alerjisi egzama sebebi
Dünya genelinde,'Besin Alerjisi Farkındalık Haftası olarak belirlenen 11-17 Mayıs tarihlerinin önemine değinen Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, besin alerjisinin reflü ve astıma neden olabildiğini belirtiyor, egzama ile bağlantısına dikkat çekiyor.

Çocuklarda görülen gıda alerjilerinin yüzde 90 nedeninin inek sütü, yumurta, buğday unu, fındık, fıstık ve deniz ürünleri olduğuna dikkat çeken Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, besin alerjisinin çocuklarda kendini en sık alerjik egzama ile gösterdiğini, besin alerjisine bağlı kusmaların yerini, sessiz reflüye bıraktığını ve zamanla astıma yol açtığını belirtiyor.
Besin alerjisinin ilk ortaya çıkışının genellikle ilk üç yaşta olduğunu belirten Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, 'Besin alerjisi bazı gıda maddelerine karşı vücudun aşırı tepki göstermesidir. Besin alerjisi olan çocuklarda çoğunlukla ilk aylarda; yanaklarda döküntü, cilt kuruluğu gibi şikâyetler gözlemlenmektedir.' dedi.

BESİN ALERJİSİ, REFLÜ VE ASTIMA NEDEN OLABİLİR
Çocuklarda sıklıkla alerjik egzama ile kendini gösteren besin alerjisinde, mide ve bağırsak alerjilerinin de ortaya çıktığını açıklayan Yonca Tabak, çoğu zaman ilk bir yaş grubunda fışkırır tarzda kusmalar ve ishal görüldüğüne de dikkat çekti. Prof. Dr. Yonca Tabak, 'Gıda alerjisinde kusmalar zamanla geçerken yerini sessiz reflüye bırakmaktadır. Ses kısıklığı, diş gıcırdatma, ağız kokusu, iştahsızlık belirtileri ile seyreden reflü zamanla geçmeyen balgamlı öksürüklere ve astıma yol açar.' diyerek aileleri dikkatli olmaları konusunda uyardı.

DİLALTI AŞI İLE KISMEN TEDAVİSİ MÜMKÜN
Gıda alerjilerinin aşı tedavisiyle kalıcı çözümünün olmadığını belirten Prof. Dr. Yonca Tabak, inek sütü, yumurta, fındık, fıstık, deniz ürünleri ve tahıllara karşı olan alerjilerin tamamen olmasa da üç yaşına doğru geçmeye eğilimli olduğunu sözlerine ekledi. Gıda alerjileri geçerken yerini ev tozu akarına ya da polen gibi solunum yoluna etki eden alerjilere bırakacağına dikkat çekti. Prof. Dr.Yonca Tabak, '3 yaşına kadar geçmeyen gıda alerjilerine ek olarak, eğer ev tozu veya polen alerjisi ve astım gelişirse bu solunum yoluna ait alerjilerin dilaltı damla aşı ile kalıcı tedavisi yapılabilir. Dilaltı aşı tedavisi özgül olarak ev tozuna veya polene verilse bile bağışıklık sisteminin alerjik yapısını kökten düzeltme yolunda yarar sağlayacağı için gıda alerjilerine de kısmen fayda sağlayacaktır' dedi.
Gıdalara alerji olup olmadığını kandan yapılan ve 'spesifik IgE' adı verilen bir testle kolayca ortaya çıktığının altının çizen Prof. Dr. Yonca Tabak, 'Eğer testler yolu ile problem yaratan besin kesin belirlenirse o gıdadan sürekli ve mutlak bir şekilde uzak durmak gerekir. Çocukta egzama geçse bile astım açısından, çocuk alerjisi uzmanı tarafından yakın takip

Omega 7'nin Faydaları

Her derde deva Omega 7
Palmitoleik asit, yani Omega 7, deri hastalıkları, güneş yanıkları, yara ve iltihaplar, öksürük, mide ve mukoza zarı problemleri gibi birçok alanda, yaygın olarak kullanılıyor.

Omega 7, vücudun Collagen üretimini artırıyor ve cildin yıllar içinde esnekliğini kaybederek kırışmasını önlüyor. Ayrıca yağ yakmayı kolaylaştırıp, vücudun yağ biriktirmesini engelliyor.
Yeditepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi ve Fitoterapi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr Erdem Yeşilada, doğada yabani iğde yağından sağlanan Omega 7'nin, egzama, yanık, dermatit, yara ve iltihapların tedavisinde yüzyıllardır kullanıldığını belirtiyor.
Omega 7'nin hücre zarının fiziksel ve duygusal stresten korunmasında önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Prof. Dr. Erdem Yeşilada 'Omega 7, saç ve ciltte görülen kuruluk, yaşa ve çevresel faktörlere bağlı deri esneklik kaybı ve kırışıklıklarla mücadele ederek ciltte gözle görülür bir iyileşme sağlıyor' şeklinde konuşuyor.
Omega 7, cildin su tutma kapasitesini artırarak, göz kuruluğu veya vajinal kuruluk gibi sıkıntılara da çözüm sunuyor. Tırnakları ve saçları güçlendiriyor. Cildin Collagen üretimine, esnekliğinin artırılmasına ve hasarlanmış cildin iyileşmesine yardımcı olan Omega 7'den, bu özelliklerinden dolayı kozmetik ve cilt bakım ürünlerinde de yararlanılıyor.
Kilo kontrolünü kolaylaştırıyor, damarları güçlendiriyor…
Omega 7, vücudun yağ biriktirmesini engellemekte de, Japonya'daki bilimsel araştırmalarla kanıtlanmış bir etkiye sahip bulunuyor. Araştırmalar Omega 7'nin, yağ eritmenin yanı sıra, yeniden yağlanmama konusunda da başarı sağladığını ortaya koyuyor. Bu mucizevi madde, aynı zamanda metabolizmayı hızlandırarak, vücudun insülin hassasiyetini artırıyor. Böylece vücut glikozu yağ olarak depolamak yerine, enerjiye dönüştürüyor ve kilo kontrolü kolaylaşıyor.

Yapay Omurga Tedavisi

73 yaşındaki hastaya yapay omurga takıldı
Muş'ta bir hastanın kanserli omurgası gerçekleştirilen ameliyatla çıkarılıp, yerine yapay omurga takıldı.

Muş Devlet Hastanesi'nde 73 yaşındaki Emine Yıldırım'ın sinir sistemine baskı yapan kanserli omurga, beyin cerrahi uzmanları Op. Dr. Tolga Dündar, Op. Dr. Ender Tırak ve Op. Dr. Gökmen Çoban ile Göğüs Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Özgür Ömer Yıldız tarafından yapılan ameliyatla alınarak, yerine yapay omurga yerleştirildi.
Göğüs Hastalıkları Uzmanı Yıldız, kentte ilk kez böylesi zorlu bir ameliyatın gerçekleştirildiğini söyledi.
Muş Devlet Hastanesi'nin, bölgede önemli bir sağlık merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam ettiğini ifade eden Yıldız, şöyle konuştu:
"Hastanemizde beyin ve göğüs cerrahisi ekibi olarak çok ciddi bir ameliyatı gerçekleştirdik. Beyin cerrahisi ekibi omurga kanserine ilk defa Muş'ta müdahale etti. Bundan sonra üniversite ölçeğinde güzel ve büyük ameliyatları yapmaya devam edeceğiz."
Op. Dr. Tolga Dündar ise ameliyatta hastanın sinir sistemine baskı yapan kanserli omurganın çıkarılıp, kanserli dokular temizlendikten sonra yerine yapay omurga takılarak önden ve arkadan sabitlendiğini bildirdi.
Hastaya daha önce kanser teşhisi konduğunu ancak tedavinin yarım yapıldığını belirten Dündar, şöyle dedi:
"Hasta felç halinde hastanemize müracaat etti. Acil olarak ameliyata aldık. Kanserin omurgaya gelen kısmını temizledik ve yerine yapay omurga taktık. Hastanemizde, üniversite şartlarında yapılan bir ameliyatı 8 saatte gerçekleştirdik. Ameliyat sonrası hasta için egzersiz tedavisi başlattık. Bu tür hastalıklarda geç kalınmaması lazım. Hastanın genel durumu çok iyi."
Hastanın eşi Nurettin Yıldırım ise 7 aydır eşinin rahatsız olduğunu ifade ederek, "Burada yapılan ameliyatla eşim sağlığına kavuştu. Emeği geçen bütün doktorlara teşekkür ediyorum" diye konuştu.

Böbrek Kanserinde Yeni Tedavi

Böbrek kanserinde yeni tedavi
Böbrek kanseri tedavisinde yeni geliştirilen "pazopanib" etken maddenin yaşam kalitesini arttırdığı ve farklı tedavilerde sık görülebilen ciddi anemi, tiroid yetmezliği gibi etkilere yol açmadığı öğrenildi.

İmmuno Onkoloji Derneği Sekreteri ve Gazi Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Coşkun, Antalya'da gerçekleştirilen 1. İmmuno Onkoloji Kongresi'nde AA muhabirine yaptığı açıklamada, böbrekten kaynaklanan kötü huylu tümörlerin böbrek kanseri (renal hücreli kanser) olarak isimlendirildiğini ve en sık görülen ürolojik kanser türü olduğunu söyledi.
Böbrek kanserinin, genellikle 60 yaş ve üzerinde ortaya çıktığını ve erkeklerde kadınlardan daha sık görüldüğünü ifade eden Coşkun, tümörün erken teşhis edilip cerrahi olarak çıkarıldığında tamamen iyileşme şansının yüksek olduğunu vurguladı.
Nedeni henüz tam olarak belli olmamakla birlikte yüksek tansiyon, aşırı kilo, uzun süre diyaliz tedavisi gibi etkenlerin böbrek kanseri olasılığını artırabildiğini dile getiren Coşkun, hastalığa yakalanma riskinin sigara içenlerde içmeyenlere göre 2 kat fazla olduğuna dikkat çekti. Coşkun, "Ayrıca ailede böbrek kanserli bir akrabanın olması, çelik endüstrisi, kurşun endüstrisi, petrol ve gemi sanayi (asbest) çalışılması, yüksek yağ ve kalorili beslenme de böbrek kanserine yakalanma riskini arttırmaktadır" diye konuştu.
Yenilikçi tedavilerde daha az yan etki hedefleniyor
"Böbrek kanserinin tedavisinde kemoterapi dönemi artık kapandı" diyen Coşkun, yan etkisi düşük ve hedefe yönelik tedavi yöntemlerinin bulunduğunu aktardı.
Coşkun, hızlı ilerleyen böbrek kanserinin, ürolojik tümörler içinde en yüksek ölüm oranına sahip kanser olduğuna dikkati çekerek, "Modern tedavide biyolojik ajanlar ve özellikle hedefe yönelik tedaviler ilk sıradadır. İlaçlardaki gelişmelere paralel hastaların önündeki tedavi seçenekleri de çoğalmaktadır. Yaşam süresini uzatma açısından başa baş olan birçok etkili seçenek arasında hekimin daha çok yan etki yönetimine ve yaşam kalitesine ağırlık vermesi gerekmektedir" dedi.
Yeni nesil tedaviler arasında yer alan "pazopanib" etken maddeli molekülün, böbrek kanserinde etkinliği gösterilmiş bir hedefe yönelik olduğunu belirten Coşkun, şunları kaydetti:
"Yeni molekül Türkiye'de de ileri evredeki veya diğer organlara yayılma evresindeki böbrek kanseri tedavisinde ruhsatlandırılmıştır. Yeni tedavide kullanılan bu molekülün kullanımına bağlı yan etkiler diğer tedavilere kıyasla daha düşüktür. Diğer ajanlar ile karşılaştırıldığında tedaviye ara verme ve tedaviyi kesme oranı en düşük düzeydedir. Pazopanib, böbrek tümörü tedavisi alan hastalarda yaşam kalitesine anlamlı bir katkı sağlamaktadır. Farklı tedavilerde sık görülebilen ciddi anemi, tiroid yetmezliği gibi yan etkiler görülmemektedir."
Coşkun, bunun dışında "sunitinib" ve "sorafenib" isimli iki molekülün daha bulunduğunu ve tedavi için bir seçenek olduğunu sözlerine ekledi.

Kaynak: AA